29 Ara 2007

Format

iim :=)

Bayram geçti bi post bile yazamadım die içerledim bugün kendime.. Aslında yazılacak çok kelime war zihnimde birikmiş ancak öyle tıkanmış ki ekzoterik yanım; o kelime kaosundan mantıklı cümleler oluşturucak kelimeleri ard arda sıralayabilmeyeceğime dair bi özsezi oluştu bende.. Hayatım pek bi sıradan hep bilinen formatta.. Kardeşim burada ancak bi agız tadı ile rakı masasına oturamadık neredeyse 2 haftadır. Hep benim Homesick hatta Homeaddicted olamamdan dolayı; Evkuşu, evcimen de denebilinebilir...

Keyfim yok pek hani herşey tamam da bir şey eksik gibi... Aklım dönüp dolaşıp o 'eksik olan'a takılıyo ve tamam olan herşey eksik olanın gölgesinde belirsizleşiyor. Anlamsızlaşıyor.. Çok obsesifim ben yaaa.. :=) Şaka bi yana genel olarak bakıldığında çok çok iim.. Meraklanmatyın die deyorum:=P

Bayramdan önce bi oyun aldım bayram boyunca oynamak nieti ile.. Lineage2 adında, online bi oyun.. Onunla takıntılıyız biraz, kardeşimle. Ancak 5 senelik emektar bilgisayarımız bize kelek yapıyordu efendim.. Hayır duymasın diorum yüzüne karşı belli etmiorum ama çok moralimi bozdu yaşlı PC...Tam oyuna giriyoruz; siyah bi ekran da takılı kalıyo, sonra da ancak reset ile yeniden başlıyoruz.. Tekrar acılmasını bekle net e bağlan (usb adsl modem almayın benden demesi) tekrar oyuna girmeye çalış ve haliyle tekrar resete basmak zorunda kal..

Bir günde, bu reset-takıl döngüsüne 30 kez maruz kalınca bende sevgili pc min iç organlarının bulunduğu kasayı kaldırıp yere vurdum.. Haliyle de biin sarsıntısı geçirdi garibim.. Hayır pc yaşlı ama ben ondan daha yaşlıyım hala reset tuşumun yerini bilmiorum, tıkır tıkır çalışıyorum bu ne gördü geçirdi ki bana nazlanıyo.. Neyse sonra pişman oldum tabi birgün boyunca pcden mahrum kaldım yemeden içmeden kesildim... Yeni bi pc almayı ciddi anlamda düşündüm..Ancak 1 buçuk yıllık planımda yeni pc almak yok die kapsamlı bir operasyonla harddisc'imi geri getirebildim.. Ram'ler de faliyete geçti.. Pc yi kurtardık.. Bir gün sonrada 4 yıldır format nedir bilmeyen pcmize temiz bir format attık. Cicili bicili WinXP Pro muzu kurduk en korsanından. 3GB sanal bellek ayırdım normalde 300MB ayrılan bi alandır ama benim vicdan azabım tuttu:=) Sadece temel araçları ve söz konusu yeni oyunumuzu kurdum gel gelelim takrar aynı sorunu yaptı.. Sonra anladım ki Yeni ati kartımıza en yenisinden driver kurmak gerekiyormuş onu yaptım evelAllah.. Şimdi bu oyunla iştigalim birkaç gündür..

Pc de sadece Aslı nın 5 parçası yüklü şimdi onları dinliorum:=) seçeneğim az ancak yedeğim çok üşenmesem bi de daha neler yükleyip 'brand new window'sumuzu ağır hantal hale getiricem de neyse:=)

Format: ' lazım bişi '... Tr'de ki Pc yede format atmak lazımda hele bi gelsin bakalım gözmün nuru.. Keşke insanlara da format atılabilse ama öyle zihne felan diil direk insanın tüm warlığına format atılabilsin ancak format atılmadan önce, atılacak olan kişi nasıl bi formatta tekrar meydana gelmek istediğini kapsamlı bi şekilde belirtsin ve sözleşme imzalayıp o formata göre, format yesin... Mesela ben çok sıkıldım bu FAT 28 formatından...:=)

Dedim ya anlamlı cümleler oluşturabilicek, kelimeleri; rastgele seçmek sakıncalı ve de yasak olmalı...

:=)

20 Ara 2007

Bayram



Herkezin Kurban Bayramını
En İçten DileklerimleKutlarım..

Hayırlı Bayramlar...



18 Ara 2007

Çiçekçi

Çiçekler çok güzel ya, hepte güzelliğin simgesi olmuşlardır...
Ancak hangi çicek güzelliğin simgesi.. Birçok çiçek war... Kimisi orkide dior, kimisi karanfil.
Kardelen sevenlerle siyasi mücadele içinde olan; Papatya severler birliği war mesela:=)
Gül demiyeni dövüyolar belki bi yerlerde..

Bende sordum zamanında.. Gül dediler gidip bi gül bulup sevdim bende.. Ancak dikeni canımı yakınca; "katlanıcaksın ona" dendi beğenmedim gülleri.. Papatya dediler hatta en güzel papatya dağın zirvesinde açar dediler: az gittim uz gittim bi zirve bulup gördüğüm ilk papatyaya sarıldım.. Ancak o yerinden memnundu, bense zirveyi sevemedim.. Ova insanıyım ben:=) "Gidip en pahalısından bi orkide al" dediler.. Param yetmedi.. Zaten yetsede 'parası yetipte sürekli orkide alanlar'ı pek haz etmedim.. Nesi özel ki orkedenin, parası olana kul orkide... Veya paraya tav orkide.. Ozaman karanfil dedim.. Fakirin gözde çiçeği.. Baktım pek mahrur karanfil, oysa hep mağdur.. Fazla ciddi oldu sevemedim...

Anladım ki benim çiçeğim yok.. Yani benim diebileceğim bi çiçek yok.. Ama bişey fark ettim.. Ben çiçeklerin bulunduğu yerlerle bi bağlantı buldum.. Mesela hep karanfil arasında karanfil sevmek doğal.. Veya sürekli güle bakıp kendini büyüleyenler arasında gülü sevmek normal..Parası olupta orkide almayanın yüzüne tükürenler warken param olupta papatya alamam ya.. Amacı dağın zirvesine çıkmak olan bir adam elbet yol üstünde ki bi papatyaya aşık olur.. Hem zirveyide seviosa sıklıkla yerini seven papatyayı ziyaret edebilir.. Bu nedenledir ki çiçek sevgisi kişinin bulunduğu yere göre değişir..

Ben genelde kendimi bi çöplükte gibi hissediorum.. Veya hiç geçmeyen bi gölge çökmüş sanki üzerime.. Buralara dalından koparılmış güller , karanfiller, orkidelr, papatyalar atılıyo kimisi kurumuş kimisi kurumak üzere. Başka adını bilmediğim, benzer durumda çiçeklerde war burada.. Hangisine sahip çıkiim? Sevmeyipte; 'benim de bi çiçeğim war'demek için, başkasının attığı bir çiçeği benim die yalandan bağrıma mı sokiim.. Tamam olur ama sevebileceğim bi çiçek olsun.. Kendini sevdiren bi çiçek olsun.. En önemlisi benim bulunduğum yeri sevebilicek bi çiçek olsun... Şimdi ben bi gülü aliim da o daha önce bulunduğu altın sarısı vazoyu anlatıp beni öyle bi vazo almaya teşvik etmesin... Veya karanfil, diğer karanfil arkadaşları birliğine dönmek için ısrar etmesin.. Papatya piknik ayağına" hadi dağa çıkalım, çok ii bi mesire yeri biliom ben" numarası yapmasın sevmiorum işte ben dağı.. Zaten sevsem senin gibi ovaya düşmüş bi papatyayı neyliim.. Orkide olayına hiç girmiorum.. Para beni bozuyo:=)

Yok buralara düşmüş çiçeklerle anlaşabileceğime pek inanmıyorum artık.. Denedim hatta.. Güle altın vazo buldum "git başımdam! sineklerin kralı" dedi.. Dağın başına çıktım, papatya; "Ya benimle burada kal yada beni burada yalnız brak" dedi..

Çok hoşuma giden bi çiçek war.. menseiini bilmiorum.. Pek nazlı heryerde bulunmuyor.. Çöplükte her taraf iğrenç artıklarla kahverengi ve karanlık iken o rengarenk bitior bi köşede..
Tazecik, aykırı, inadına açıyor sanki.. Hayat dolu, üzerine fazla toz düşünce soluyor belki.. Zaten ömrü pek uzun olmuyor ki benim olsun.. Kolay da bulunmuyor belki yılda bir belki 3 yılda bir şansa çıkıyor karşıma.. Gözlerim hep tetikte.. Heryerde onu arıyorum.. Bu pislik yığınlarında, küçük ama dünyalar kadar farklı; bi nokta arıyorum.. Bulunca da Dünyalar benim oluyor.. Bu kahrolası çöplük; gözüme, cennet bahçesi gibi görünüyor....

İşte ben böyle bi çiçek sevenlerdenim.. Adı yok belki ama bulunduğu yerleri asla hak etmeyen; bi aykırı çiçek... Keşke uzun ömürlü olsa.. Yaşadığım sürece bu çöplüğü, bana; katlanılır kılsa...

Öyle işte...

15 Ara 2007

Kar

Sevgili Kardeşim Okan;

Biz nasılız die sorarsan, hep braktığın gibiyiz... Ben her zaman ki gibi üst katta ki odamız da bilgisayarla TV ile takılıyorum.. Pek dışarı çıktığımda yok.. Odamda mutluyum yani..

Evde de pek değişlik yok.. Hep braktığın gibi herşey.. Zaten gelince görüceksin, hiç gitmemiş gibi olucaksın..





Havalar günlük güneşlik..
Tam gezip eğlenilecek zaman.. Tabi sen gelir gelmez hemen arabaya atlar eğlenceye akarsın mutlaka..

Ben de motoru alıp çıkarım belki bu odadan.. Ben sıkılmadım ama o benden sıkıldı eminim:=)






Kedicikler de çok ii ama ne hikmetse Anneannem sobasının yanından pek ayrılmıyolar.. Heralde depresyona girdiler bende anlamadım..


Köy de braktığın gibi.. Hiç değişiklik yok yani buralarda.. İstersen çıkıp Çamlık Altı'nda da otururuz birlikte..










Neyse sen zaten geliceksin yakında..
Bu güzel havaların tadını birlikte çıkarırız..

:=)

14 Ara 2007

İsimizm

Ñé×ëÑ®§

İnternetle ilk iştigal olduğumdan bu yana NexeN nickini kullanıyorum.. NexeN in hiç bir özel anlamı yok.. Bilgisayar Müh te okurken .exe uygulamalar yaptığımız için bi çocukluk şeysi hoşuma gitmişti.. Birazda hafif simetrik geliyor bana.. hani ayna yansıması gibi değil belki ancak mana olarak simetrik bence... Nick gerektiren her yerde kullandığım bir nick ti.. Ancak son yıllarda Google da karşıma birçok farklı NexeN çıkınca bu nickten biraz soğudum.. ve çoğu yerde GunO nick ini kullanmaya başladım.. İsmim Ogün olunca GunO; bana anlamlı ve sempatik gelior ..
®§ : Orjinal forever manasında kullandığım simgeler..

Aslında beni tanıyanlar bilir; www.gunnex.blogspot.com(GunOsys) da yazarken GunO nickini kullanıyordum.. Bu bloğu da: Sarkastik olduğum zamanlarda haykırabilmek için gizliden gizlie açmıştım.. Ancak gel gör ki GunOsys sadece bir konuya adanmış gibi olunca. Bide; değersiz bir temele atfedilmiş birçok yazının boşluğu beni utandırınca; bu gizli die açtığım bloğu asıl bloğum yaptım..

Şimdi bu yazıyı neden yazıyorum.. Bir çok yorum yazdığım arkadaşım bana cevap verirken zorlanıyor.. Adımı nexenos olarak okuyorlar veya kopyala yapıştırla bi dünya uğraşıyorlar..

Efendim; bana,
NxN
GunO
NexeN
Ogün
isimlerinden dilediğiniz herhangi biri ile hitap edebilirsiniz.. :=)
'Her insanın, kendi ismini seçme hakkı' olmasına inandığım için kendi belirlediğim bu isimleri tavsiye ediyorum ancak sizin vereceğiniz hoş sıfatlarda seve seve kabulümdür:=P
Mesela kardeşim(Okan) la birbirimize Aderfe yani yunanca kardeş deriz:=)

13 Ara 2007

İhtiyaçtan

Konuşmaya ihtiyacım war!!!

Bazen öylesine yoğun ve kalabalık birikiyor ki kelimeler; haykırmak istiyorum.. Tüm Dünya'ya, Dünya'da ki her bir insanı tutup tam suratına, haykırmak istiyorum... Mesela siyaset hakkında veya tarih konusunda.. Teknoloji hakkında 3 saat dinlenmeden konuşabilirim. 3 gün boyunca konudan konuya, daldan dala atlayan kuşlar gibi yorulmadan tartışabilirim mesela....Örneğin yüzlerce tez üretip; binlerce antitez dinleyebilirim..

Ama yok.. Ne zaman konuşmaya başlasam ya kibirli bir cahilin beni dinlemektense; aklında ki bir konuya link bulup konuyu çevirmeye çalışması ile yüzleşiyorum... Ya da: Dinliyormuş gibi gözüken, umursamazlarla karşılaşıyorum...

Mesela; bugün, yeğenime, 1. Dünya Savaşı'nın başlangıcı ve bitişi arasında sonucu etkileyen önemli faktörleri ve 1. Dünya savaşının bugüne dek süren bitmemiş hesaplarını hikaye tarzında anlattım usanmadan.. Gidip sorun " bugün neler öğrendin??" die "hiiiç" dicektir.. Sadece o olsa neyse.. her anlattığım, aynı cevabı vericektir...

Eskiden beri derim,

"Bana öğretmen olucak; bir öğrenci, yâr, yâren gerek.. "
Bu gece öylesine çok istiyorum ki bu dileğimin gerçekleşmesini..
Çünkü yetti artık.. Kibirli cahillerden yoruldum...

Bana kendi cehaletimi aydınlatıcak bir tek insan yeter..
Hem sevgili, hem dost olucak bir ilgili yeter...
İçten dinleyen, fikir üretip, inandığı doğruları netlikle ortaya koyan, insanca yaşayıp, insanlık dersi veren... Aklına takılanı sonuna kadar irdeleyen ve unutmayan... Her an öğrenme ve öğretme azmi ile yanıp kavrulan. İnsanı ilgilendiren her konuya yakın duran.. Kısacası insan olup, düşünen bir sevgili ye çoook ihtiyacım war...

Eski bi kız arkadaşımın bi duvarda görüp, beğenip bana yolladığı bi msj geliyor aklıma..

"Seni sevdiğim için ; sana ihtiyacım war dien çok..
oysa ben, bana ihtiyacı olduğu için; beni seven bir sevgili istiyorum
"
tabi bunu Yunanca yollamıştı kendisi, Türkçeye şimdi ben çevirdim...

Birbirimize ihtiyacımız war.. Nerdesin ey mechul sevgili????

12 Ara 2007

Geçtik


Turu Geçtik
Çok şükür
Resimler Antu.com dan alıntıdır..

11 Ara 2007

Noense..

Dünkü planlara göre; birazdan, babamı, İstanbul otobüsüne bindirmem gerekiyordu.. Ancak peder bey bu akşam itibari ile Fenerbahçe-CSKM maçına gitmekten çaydı... Doğduğum günden beri yıldızımız pek uyuşmuyor babamla. Babam dışında tüm Dünya ile barışığım, Babam da benim dışımda tüm Dünya ile barışık ben bi türlü çözemedim bu durumu..
Birbirimizden uzak olduğumuzda herkez mutlu, birbirmize 2 metreden yakın olunca da herkez endişeli oluyor; iş'te, evde, köyde kısacası heryerde... Bide birlikte çalışıyoruz değmeyin muhabetimize:=)

Maç die 2-3 günlüğüne gidebilseydi İst'e,
Çooook güzel ense yapıcaktım evde:-(
Belki yine fikir değiştirir bilmiorum otobüs gece 1 de:=)

İst i özledim bu arada ama gitmeye nietim yok hatta dün gece "Gelmiomusun bu taraflara??" dien; İstanbul'dan bi arkadaşıma dediğim gibi..

İstanbul'u özledim ancak İstanbul beni özlemedi, biliyorum..

Sevdiğim bir parçayı ekliyorum..

Moğollar-Yolum seninle

Makarna

Bugün, ön anlaşmalı olarak, işten; eve erken gelince; karnım aç, zamanım çok olunca. Bi yemek yapiim dedim.. Önce gidip hazır lazanya almak istedim ama ne yalan söyliim; annem durdurdu beni...
- Ooğluum evde bi dünya makarna war ne die hazır yemek alıcaksın!!!!
Dedi. hıkkımı çıkaramadım..
Sonra sevgili babacığımın dolaplarını karıştırdım(makarna arıyorum yanlış anlamayın). Ne bulduysam kattım makarnaya..
Efendin makarnama henüz bi isim bulamadım Mesela Karma Makarna dielim adına..

Karma Makarna için hatırladığım malzeme listesi..

Sarımsak tozu.
Kırmızı toz biber
1/2 filcan Kekik
1 bardak süt
3 kaşık yoğurt.
2 kaşık Mayonez.

1 Su bardağı mısır unu.
1/2 su bardağı tatlı mısır.
1/2 paket fiyonk makarna
Kibrit kutusu kadar Tereyağ.

2/3 paket rendelenmiş kaşer
1 Paket "4 Peynir" hazır makarna sosu..
6 dilim pastırma tadında, acılı kavrulmuş salam

1 adet Tek kişilik pişirilmeye hazır Carbonara Makarna.
..
Sigara paketi büyüklüğünde Emmental Cheese..(delikli bi kaşer işte)


Yapılışı:

Tam hatırlamıyorum:=)
En altta hazır makarna ile makarnayı pişirip döktüm..
Makarnanın arasına parça parça ettiğim salamları karıştırdım
Bi şerit halinde, yoğun tadı olan emmental peynir rendesi serptim
Üstüne rendelenmiş kaşerle tatlı mısır serptim.
Fırında biraz pişirip üzerine 4 peynir sosu döktüm

Üstüne yoğurt+mayonez+kırmızı toz biber+mısırunu karıştırıp döktüm.
en üstüne yine rendelenmiş kaşer ve tereyağ serptim..
Üstü kızarana dek fırında yüksek ateşte pişirdim..

Wualaaaaa İşte size fırında Karma Makarna

'Bir iki saat bekliim; zehirlenmezsem okuyucularıma tavsiye ediim' dedim..
Ancak 'zehirlenirsem bu yemeğim mesuldur' die şimdiden yayınlıyorum:=)
Tadı güzeldi ama her çatalda başka bi tad veriodu..

9 Ara 2007

Mutsuz

I see desperate people's unhappy faces...
Ne kadar çok mutsuz insan war Dünyamızda.. Asık suratları, isteksiz konuşmaları ile etrafımızı çevreliyorlar... Bazen bir esnaf, bazen durakta bekleyen yaşlı bir teyze, bazen bir akraba sıfatında.. Bazende bir aynanın içinden bakıyorlar gözümüze.. Birşey anlatmak isteyen gözleri oluyor genellikle ancak kelimeleri çoğunlukla anlatmıyor; gözlerinin sözlerini.. Belkide anlatmak değil, anlaşılmak istiyorlar gayriihtiyari...

Herkezin derdi, kendine ağırdır..
Bazen anlamak istesekte gözlerin söylediklerini, içten dinlemiyoruz ruhların fısıldadığı sözcükleri... Kendi sorunlarımızı hatırlamak istemiyoruz belki veya yardım edemeyecek kadar yorgun oluyoruz.. Zaten biz anlattıkta anladılar mı mutsuzluğumuzun sebeplerini? Uzanan elimizi, tutan oldu mu kurtarmak için? İnsan olmanın bedeli, belki bu ara ara gelen mutsuzluk.. Belirsiz zamanlarda ödenen bir vergi..

Değişti Dünya, biz de değiştik ..
Zamana ayak uydurduk işte.. Başka bir meydan da, başka bir savaş artık yaşamak.. Çalışmak; ödüller satın almak için.. Mesafeli olmak; ihanetlere tedbir için.. Dinlememek; duymamak için, Düşünmemek; geri kalmamak için : En değerli erdemlerimizden oldu.. Dünya, bu erdemlerin yüceltildiği bi mabed oldu.. Ya bu mabedin ilmine sığınıp kurtuluruz, ya da kahroluruz, yok oluruz.. Yaşamak için değişmek gerek.. "Değişmeyen tek şey; değişimin ta kendisi" iken: efsanelerin peşine düşüp, boşuna çile çekmek anlamsız.. Bizde sevdik zamanında, kıymetimiz bilinmedi.. Bizde yardım ettik, vefasızlıktan yorulana dek.. Bizde dinledik dostlarımızı, sıvazladık sırtlarını oysa onlar tanımadıkları erkek veya kadınların peşinden giderken sormadılar bizim halimizi.. Bizde düşündük hayatın anlamını, nedenleri, sorunları; çözemedik hiçbirini.. Çalıştıkça, kazandık.. Kazandıkça satın aldık.. Özgürlüğümüzü, güzelliğimizi, gücümüzü hep satın aldık.. Bugün saygı duyuluyorsa bize, medenice yaşıyorsak bu bedende; her değeri alınterimizle satın aldığımızdandır... Doğrusu bu, mutsuzluksa doğru olanın bedeli; öderiz...

Yaşamak için yalnızlık şart mı?
Ne oldu bize?? Hardporn sevişmelerde, fantastik hayallerde yaşıyoruz aşkı.. Tanışmadan derinden, boş muhabbetlerde tadıyoruz dostluğu.. Bizde ki mutsuzluğun sorumluluğunu kırık hatıralara yıkıyoruz.. Yalnızlığımızın kaçınılmazlığını kendi kendimize zorla öğretiyoruz.. Neden olduk böyle?

Doğru die benimsediğimiz erdemlerimiz, zamanın şartlarına uymak adına terk ettiğimiz mutluluğumuz oluyor.. Kimsenin suçu yok. Biz terk ettik mutluluğu.. "Sadece bir kez aşık olur insan" demedik mi? Kendimizi bilmeden sevip, sevgiyi bilmeden ayrılıp.. Yaşanmışları, yaşanamayanlarla kıyaslayıp takıntılar edinmedik mi? Kendi dostlarımıza, dostluklara ihanet edip, değersiz insanların peşinden gitmedik mi? Az a tamah etmeyi unutup, kendimizi bugday ambarında hayal etmedik mi? Düşünüyor görünmek için, ilgilenmediğimiz halde, düşünenlerin muhabetlerine girmedik mi? Önceliklerimiz farklı iken, idealler edinmedik mi??

Şimdi çıkmış eski acı hatıralımızı, sislerin ardında kalmış tanıdıklarımızı, sahip olamadığımız imkanları suçlayıp; şeytanla yaptığımız sözleşmeye uyuyoruz.. Günübirlik yaşayıp, yalnızlığımızda, kendimizi dost ediniyoruz.. Birey olmak adına insanlığını satmışlar sürüsü olduk çıktık.. Yine de kendimize, sonuna kadar inanıyoruz..

Aşktan, dostluktan, akrabalıktan uzak durup; bencil insanların dedikodusunu yapıyoruz.. Düşmüşe el uzatmadan, boş kalmış uzanan ellerimizin isyanını haykırıyoruz... Yazık bize.. Yazıklar da oldu herbirmize.. "Zaman" die kandırıldı insan.. Umursamazlığının; tüm lanetini üzerini aldı ve yaşadı.. Bir tabutun içinde yaşıyor olsa bile; yaşadı işte.. Yalnızlık tabutu ile gömüldü insan.. Soldu, umutsuzluktan ve kahroldu mutsuzluktan...

Geç değil.. Sadece anla..
Gülümse yüreğin acısa bile, yalnız kalmaya inat; selam ver tanımadıklarına bile.. Uzanmayan ellere dahi uzat elini. Sıcacık ve içten ol. dürüst ol.. Bunca utanılası sey erdem olmuş iken; gerçek senden, utanmak neden?.. Sevmediğinde, söyle; kibar olmak adına yalancı olmak neden?? Susma, söylenecek sözlerin war iken.. Uyuma, güneşli gün tüm güzellikleri orataya çıkarır iken.. Yağmurlu bir günde, sıcak bir kahve ikram et, kimseyi bulamazsan en azından kendini davet et.. İbadet eder gibi temizlik, yemek yap.. Şarkı söyle yüreğinin atışını duyduğun her yerde.. Gülümse.. Deli deseler bile gülümse.. Sen güldükçe, Dünya da gülücek, gözlerine... Sen selam verdikçe, selam alıcaksın.. Yardım ettiğin vefasızların vefası, başka birinden gelicek, görüceksin..
Ve aşk.. Tanrım ne güzel duygudur aşk.. Sen aşık oldukça, aşıklar sarıcak çevreni.. Yücelticekler en aptalca sözlerini ve hareketlerini.. Aşk yaşamak içindir.. Hatırlamak için değil.. Aşk, insanın kendine verdiği değerdir, karşısındakine harcadığı emek değil.. Gidenin ardından ağlamak neden? O değer veripte kendine: yüceltemediyse duygularının senfonisini; "hain" die suçlamak neden??
Aşık olamıyorsan yeniden: Hiç aşık olmamışsın...

Gülümseyin. Çünkü gülümsemek sadece insanlara bahşedilmiştir..

8 Ara 2007

Normal

Biz, bunu hep yapıyoruz...


:=)

7 Ara 2007

My-Robot

Pek bilinmesede, çoook küçük yaşlardan beri bilime meraklıyım.. Sinema da, Bilim-kurgu veya fantastik-bilim kurguya ilgim bu temelden dolayıdır..
Bilim başlığındaki bir çok konuya aynı mesafede ilgi duyarım.. Mesela Astronomi, Endüstriyel kimya, Fizik, Olgusal matematik, Ekoloji, Basit Bioloji, Sosyoloji, Psikoloji, Jeoloji ve ayrı bir başlık olarak Teknoloji.. Beni tanıyan bilir, bilimsel bazı sonuçlardan felsefi çıkarımlar yaparım çoğu zaman. Ancak yine çok ii bilinir ki: Teknolojiye aşığım:=) Bu bir giriş değil sadece bir dip not. Asi bir dipnot başa geçerse böyle olur:=)

Robotik ve Mekatronik: robot yapımı ve geliştirilmesiyle ilgilenen bilim dallarıdır.. Bir nevi Makine, Elektrik-elektronik mühendislikleri ile Bilgisayar mühendisliğinin kesiştiği noktadır.. Endüstrinin gelişimine paralel, insanın aciz kaldığı alanlarda robotların kullanımı artmıştır. İnsanın çalışmasına elverişli olmayan koşullarda; robotlar, vazgeçilmez olmuştur.. Tıp alanında da son yıllarda robotların olası faydaları öngörülmüş ve bu alanda istikrarlı bir gelişme başlamıştır..

Bugün kullandığımız arabalar, teknolojik cihazlar ve birçok endüstriyel ürün, büyük ölcüde robotların ve otomatların sayesinde bize ulaşmaktadır.. Gelecekte, insanlara hizmet eden fonksiyonel robotların, insan yaşamını kolaylaştıracağı umulmaktadır.
-----------------

Robotları çok seviyorum ve acıkçası beni büyüleyen bir konu.. Bilgisayar mühendisi olup tamamıyla robotik çalışmalar yapmayı istemiştim.. Ancak ben uni sınavına girerken Robotik sadece İTÜ bilgisayar mühendisliğinde okutuluyordu.. Trakya Bilgisayar Müh. 2 sene okuyup aradıklarımı bulamadığımdan ayrıldım.. İTÜ Bil. Müh. e de giremedim ne yazık ancak robotlara olan ilgim asla kaybolmadı..

Ben robotlar ile ilgilenirken, robot die tabir edilen iş görür makineler. Ağır hidrolik kollardan, tank benzeri paletleri olan arabalardan ibaretti.. Hatta ozamanlar 'ayaklı, yürüyen bir robot'un yapılması imkansız gibi görünüyordu.. Ancak Honda, Asimo adında ki robotu üretince uzak görülen gelecek çok yakın oldu.. Asimo yürümek bir yana merdiven cıkıp inebiliyor..

İnsan eli çok karmaşık bir sinir ağıdır. Tutmak ve kavramak bizim için basit bir hareket olsada altında çok kompleks bir yapı barındırır.. Hele ki hissetmek, uygulayacağımız basıncı hesaplamak başlı başına bir mucizedir.. Mucize: işte robotik, bu konuyu araştırıyor kısacası.. Tanrının eşsiz kreasyonlarını anlamak için benzerlerini yapmaya çalışmak.. Bugün bu konuda oldukça ilerledi insan oğlu.. Balık gibi yüzen, yıllan gibi kıvrılarak ilerleyen veya yusufçuk gibi uçan robotlar yaptık.. Yine de en zoru ve en kapsamlı olanı İnsan gibi 2 ayağının üzerinde yürümekti.. Olduğu yerde, 2 ayağına rağmen, dönebilen bir robot hayranlık verici çünkü bu basit hareketin bile çok karmaşık bir denge denklemi olduğu anladık... Oysa biz insanlar daha ne hareketler yapıyoruz.

İsaac Asimov, 1920-1992 yıllarında yaşamış Rus asıllı , Amerikalı bir yazar. Zamanında robotlar fantastik bir kurgu iken, bu yazar robot felsefesinin temellerini yazmıştır... i-robot filminde bahsedilen robot kanunlarını da; o, yazmıştır..

1- Bir robot hiçbir şekilde insanoğluna zarar veremez; veyâ pasif kalmak suretiyle zarar görmesine izin veremez.
2- Bir robot kendisine insanlar tarafından verilen komutlara 1. kuralla çelişmediği sürece itaat etmek zorundadır.
3- Bir robot 1. ve 2. kurallarla çelişmediği sürece kendi varlığını korumak zorundadır.

Japon Honda şirketi, geliştirdiği insanımsı bir robota, İsaac Asimov'a saygı göstergesi olarak Asimo adını vermiştir.. Asimo robot biliminin en güzel örneğidir. İnsana en yakın fonksiyonlara sahiptir. Elleri, ayakları, insana benzer hareket edebilir.. Merdiven çıkıp, el sıkışabilir.. Buna rağmen tamamı ile insan kontrolünde hareket eden hantal bir makinedir.. Asimo da ki her yeni değişiklik teknolojik bir devrim niteliğindedir... Asimo aynı zamanda, insana benzeyen ve Humanoid adı verilen robotların en gelişmişidir. 1.30m boyunda 54kg ağırlığında olan Asimo saate 6 km koşabilecek bir hızda yürüyebilir.. Ancak pilleri sadece 40 dakikalık 2.7 km/saat hızında bir yürüyüşe yetecek kadardır.. En fazla 1 kg ağırlığında ki eşyaları taşıyabilicek hassaslıkta kolları ve elleri olan Asimo, çevresini tanımlayabileceği hassas sensörlerle donatılmıştır.. Buna rağmen gerçek Dünya'da officeboy olarak bile iş bulamaz kendine...

Asimo'yu çok severim.. Dünya liderleri ile el sıkışan Asimo bir nevi robotların temsilcisidir..

Asimo benzeri Humanoid robotların evlerimize gelmesi artık çok yakın... Mesela Sony SDR 4x adında gelişmiş robot bir oyuncak yaptı.. Oyuncak olarak kullanılabilicek birçok robot ürünü şuan satışta. Pek işlevsel olmadıklarından bu ürünler sadece para israfı.. Bu pahalı oyuncaklar tüm sanatsal dış görünümlerine rağmen oldukça hantal görünüyorlar.. Estetik robotlarında işlevselliği düşüyor...

Hem işlevsel, hem estetik bir robotla karşılaşmak pek mümkün görünmesede geçenlerde şans eseri rastladığım bir humanoid robot örneği beni çok etkiledi.. Tomotaka Takahashi adında bir Japon Robotik uzmanın ürettiği bu robot çok işlevsel olmasada bence türünün tek örneği... Takahashi, ROBO-GARAGE isminde ki atolyesinde yaptığı robotlara sanatın estetiğini katmakta çok başarılı.. Özellikle robot 'hareketlerinde estetik' imkansız bir lüks olarak görülüyorken, Takahashi'nin modelleri devrimsel hareketler sergileyebiliyor... İlk defa bir humanoid, bende bu denli sempati uyandırdı..
Özellikle Takahashi'nin, FT(Female Type) robotuna aşık oldum.. Kadın bir robot.. Ben ömrühayatımda bu kadar sexy bir oyuncak görmedim..

FT; 35cm boyunda, 800g ağırlığında. Carpon ve plastikten oluşuyor.. Çevresel 2 sensörü, hareket etmesini sağlayan 23 ayrı motoru var.. Bilgisayar kontrolünde 'Shin Walk' adı verilen gerçek insansı bir yürüyüşe, kadınsı hareketlere ve Lithium polymer bir pile sahip.. Yapımı 30 ay süren bu robot yaklaşık 2000 dolar değerinde..

FT nin Chroino, Neon ve Magdan adında 3 erkek kardeşi de war.. Özellikle Chroino çok gelişmiş bir robot ancak Takahashi, Chroino yu satmayı istemediğini söylüyor..

Robo-Garage ın internet sayfasından bu robotları görebilirsiniz.. Robo-Garage Link

FT için hazırlanmış bir video yu da sizinle paylaşmak isterim.. Anlaşılan bu robotun hayranları oldukça fazla:=)



Video link

Chroino video link

Param olsa bi dakkika düşünmez mutlaka kendime bi FT bi de Chroino yaptırırdım..
Paranın, gözü çıksın:=)

4 Ara 2007

Reklamlar

Şimdi buradan, hiç bir fayda sağlamadığım halde reklam yapmak pek akıl kaarı iş değil.. Bu reklemı sevdim napiim.. Müziğini de sevdim...



Video Link

Reklamın bir başka versiyonuda war..



Video Link

Reklamın müziği Shiny Toy Guns 'tan Le Disco.. Gerçi Parçanın tamamı pek hoşuma gitmedi. Sanki biraz hızlandırılmış bir Madonna şarkısı gibi bir his braktı bende




Madem Madonna dan bahsettik, bi Like A Prayer ii gider ozaman:=)



Bol müzikli bol youtube lu bi post oldu.. Tanrım ben yazma yetimi mi kaybettimde oyalıyorum değerli okuyucularımı acaba? :=)
Aman müzik eksik olmasın hayatımızdan...

3 Ara 2007

Soğuk

Yalnızlık sadece yalnız olma durumu değildir.. Bi başına bi ekran karşısında amaçsız zaman öldürmenin verdiği boşluk hissiden kaynaklanan bir farkındalık değildir... Yalnızlık, söylenmesi üzücü bir söz değildir... Bi isyan, haykırış değildir..

Yalnızlık; tek bir düşüncedir. Sadece düşünce..

Şimdi ben düşünüyorum... Ya ben, Yalnız kalmaya mahkum isem...???

Ne kadar soğuk bir düşünce bu..

Neyse..

2 Ara 2007

Hastayım

Grip olmuşum veya nezle.. Griple nezle arasında nasıl bi fark var bilmiyorum ancak sürekli burnumu çekiorum ozaman ben nezle olmuşumdur çünkü burnumu çekerken sürekli snooze snooze die sezler çıkarıyorum snooze un içinde n z ve e harfleri nezlede de war o zaman ben kesin nezle olmuşumdur..

Aslında bu halim yılda mutlaka 2 kez olur bazen 3 kez.. Pek sevmesemde bunca burun akıntısı ile halsizliği ve davetsiz helen hapşırıkları ; bu sefer biraz daha makul karşılıyorum bu hastalığı.. Hatta dün gece ilk başladığında uzun süre nezle nin evrenselliğini düşündüm... Zengin de fakir gibi nezle olur.. Siyah tenli de sarı tenli kadar nezle olabilir.. Sonra sevdim ben nezleyi.. insan ayırmıyo die.. Eşitlik yanlısımı oldum ben acaba:=)

Bütün gün hem çalışıp hem burnumu gayri ihtiyarı çekip ara ara hapşırmış olsamda şuanda kendimi güçlü hissediyorum.. garip bişey bu, öyle getirin 70 kg mı tek elle kaldırayım veya 8 km dinlenmeden koşarım gibi değil.. Umut : kısaca adı.. İyi birşeylerin olacağına dair bir umut.. Gelen herşeyi; sevinçle karşılayacak bir umut.. Sanki aşkın kıyısında olmak gibi.. Ancak herhangi bir namzet yok aşk denizinde.. Hani denize bakan kadınlar wardır.. Boş ufka öyle bir bakarlar ki 8:15 vapurunun az sonra limana yaklaşacağını hissedersin.. Öyle bir umut içimde ki..

Amaaan ne zaman böyle bi his olsa içimde asla ii birşey gelmez başıma.. Ciddiyim..

Hastayım işte, anladınız siz onu:=)

29 Kas 2007

Sadece taş..

Ben kimim???

Ben dağ başında gezen otlayan bir sürüde, kuzu değilim..
Keşke olsam..
Benden-benim gibi olanlarla güle oynaya dolaşır, otlar,
hep birlikte uyur, hep birlikte uyanırdım...
Karnım doydukça; huzur bulur, ' nasıl? neden?' diye sormazdım..
Boyun eğerdim belki
ancak bir parça taze ot yemek için mutlaka boyun eğmek gerekli..
Soğukta yaslanırdım, yakınımda ki 'bizden' olana; ısınırdım...
Biri bağırdımı; onunla bağırır, çogunluk sustumu onlarla susardım...
Keşke bir kuzu olsaydım. Çoğunlukta mutluluk bulsaydım...
Ben kuzu değilim...

Bana güvenen, beni sayan kuzulara , çoban değilim...
Keşke olsam...
Mutlu kuzuları kollasam, karınlarını doyursam...
Gözüm önünde semirseler, boy boy kuzular yetişseler..
Bir ıslıkla bir kaç sözle sevk ve idare edilseler...
Kavalımın bir kaç namasinde; huzur içinde dinlenseler..
Keşke çoban olaydım. Ben onları idare ederdim,
onlarda beni etleri ile, sütleri ile ve dahi yünleri ile beslerlerdi...
Ben çoban değilim...

Düşmanı korkutan, dostu koruyan heybetli bir köpek değilim..
Keşke olsam..
Çobanın da, kuzuların da can yoldaşı olurdum...
Çobanlardan sevgi, kuzulardan saygı bulurdum...
Görevimi yaptıkça gururla dolaşır. Çobana dost olurdum..
Sıcak yatağımda, huzurla karnımı doyururdum.
Keşke köpek olsaydım... Çoklukta özel, şerefli ve namlı olurdum..
Ben köpek değilim..

İster bi başıma, ister üçbeş benden olanla; bir kurt değilim...
Keşke olsam...
Dağların hakimi, başımın tek sahibi olurdum...
Hiç bir sorumluluğum olmazdı kendimden veya çetemden gayri...
Kuzular semirsin diye sabırla pusuda beklerdim..
Fırsat bulunca sürüden ayrılanı veya kandırdığımı avlardım..
Çoban, kuzular ve dahi onları koruyan cesur köpekler,
gecenin bilinmezliğinde şüphe ile uyur iken..
Ben dağların hakimiyetini tüm ovaya ulusam...
Ben başı boş, vicdanı hür bir kurt değilim...


Ben, belki, dağ başında bir parça kayayım..
Benden olanlar var yakınımda olsalarda benden uzak..
Ne ben onlara gidebilirim.. Ne de onlar bana bir adım gelebilir...
Kuzular yakınımda otlar, yakınımda uyur..
Çoban tepeme oturur bazen kaval çalar.. Bazen uyur..
Köpek dibimde gözetir sürüyü. dibimde dinler türküyü..
Kurt üzerimden meydan okur ovaya, ardımda pusu kurar kuzuya.
Günler üzerimden gelir geçer, geçelerde yüreğime soğuk işler..
Ben bir parça kayayım belki.. Satedece taş...
Ruhum yok sanırsınız, etrafımda dolaşırda bana aldırmazsınız..
Yosunlar yorganım olur ısıtmazlar beni. Toprak gizler bedenimi..
Kuzular da, çoban da, köpeklerle kurtlar da benden götürür..
Rüğarda, yağmurda, soğukta, sıcakta toz toz dökülür..
Sesim soluğum çıkmaz diye; canım acımaz sanırsınız..
Ben bir kayayım.. Peki siz nesiniz???


26 Kas 2007

Haydi Oynayalım

Geçenlerde nasıl MMORPG oynayasım geldi anlatamam..
"Devasa oyunculu çevrimiçi rol yapma oyunu, (Multi Massive Online Role Playing Game, MMORPG) dünya üzerinden binlerce insanın internet üzerinden oynadığı oyunlara verilen ad"(Vikipedi)
Hani aşermek gibi bişi... Bi koşu şehre indim.. Tüm oyun satıcılarını dolaştım ki topu topu 5-6 tane oyun satan yer war. Ara ara bi güzel oyun bulamadım.. Özellikle WoW adında bir oyun arıyordum.
Yok yok yok.
2 Kez şehri dolaşınca sonunda World of WarCraft satan bi yer buldum..
<
Şimdi, benim bildiğim orjinal WoW oyunun warsa net üzerinden ücretsiz oynayabiliyorsun.. Hatta Almanya dan bi arkadaşım geçen yaz bu oyuna girmem için çok ısrar etmişti. "Sadece 20-25 evro vericeksin" demişti.. Bende ozamanlar nazlanıp " Amaaaan yoruldum ben artık RPG lerden" demiştim.. Bu Alman arkadaşım; Alex, benim Ragnarok Online oyununda ki eşim.. Düşünün artık nasıl bir oyun geçmişim war:=) hatta bi Blacksmith Bulgar kızımız bile wardı Ragnarok ta:=)
>
Neyse.. Saygıdeğer satıcı beni uyarmasa.. (Saygıdeğer diyorum çünkü adam satmamak için çok gayret etti, nasıl bir hikmetse:=) ) Yeminle şimdi Darnassus ta Druid olmaya çalışan genç bir Night Elf olucaktım.. Adam " Bak bunun için her iki ayda bir buradan 27 evroluk kart alman gerek" diince. Bende "Nasıı yani!!" diebildim sonrası hayal kırıklığının karanlığı... Yaw 27 evrosunda diilim ne ki günde 30 euro kazanan bana.. Ancak kendimi aldatılmış hissettim... Şimdi keşke alsaydım diorum ama bide o an 'oyun süresi kartları' bitmiş miş zaten daha çok o sebepten almadım her ay başında geliomuş bu kartlar ancak çabuk tükeniomuş...

Bende 27 evroya eski WarCraft 3 strateji
oyununu aldım o anda..

Neyse
WarCraft 3 ü daha önce oynadığımdan pek sarmadı beni 2 gün sonra kaldırdım PC den ve internetten Ufo: Afterlight adlı oyunu indirdim en korsanından:=)


Ben satranç benzeri Strateji oyunlarını severim.. Bence bu oyun tarzına en uygun oyun çoook eskiden oynadığım Fallen Heaven olmalı.. İşte Ufo oyunları (Ufo:Aftermath, Ufo:Aftershock, Ufo:Afterlight) Fallen Heaven bebeğimin, Michael Jordan abisi...

Çok kapsamlı bi oyun.. Aslında 3 Ufo oyununun 3.sü..

Ufo:Aftermath : Birgün Dünya üzerinde kocaamaaan bir uzay gemisi görülür. Birkaç gün içerisinde bu Uzay gemisinden Atmosfere yayılan karanlık spor bulutu güneşi görünmez hale getirir.. İnsanların bir çoğu korku ile yeraltındaki sığnaklara saklanarak fırtına öncesi sessizliği yaşarlar.
Aradan çok zaman geçmez. Karanlık gökten, siyah bir yağmur düşer yeryüzüne.. Bu ölüm getiren bir yağmurdur.. Tüm vahşi hayvanlar ve yağmura yakalanan insanlar ya ölür, yada birbirine geçmiş mutanlara dönüşürler... Yağmurun etkisi geçince gizlenen insanlar yeryüzüne çıkar ve hayatta kalmak için Mutanlarla ve Uzaylılarla savaşırlar.. Bir araya geli
p örgütlenirler ve insanoğlunu tekrar Dünya nın hakimi kılmak için amansız bir mücadeleye girişirler...

Ufo:Aftershock : Yıl 2054, 5 yıl geçti.. Karanl
ık yağmurun zavallı yeryüzüne düştüğü günden beri, Dünya yaşanılır olmaktan çıktı.. İnsanlar yeni bir dünya da, uçan bir adada bir araya geldiler ancak ayrılıkçı liderler bu toprakları bir türlü paylaşamadılar ve sonunda savaş başladı..

Ufo:Afterlight : İnsanlar, Mars'ı yurt edinmeye karar verdi.. Bir gurup öncü Mars atmosferini ve yüzeyini yerleşime uygun hale getirmek için
gözü kapalı bu maceraya atıldı... Ancak Mars'taki tek tehlike uygun olmayan yaşam koşulları değil... Bu gezegende, gözü olan başka türler, insanlığı yok etmek için hazır...İnsanın kanını donduran korkunç Beastmenler, Eski düşmanımız ampul kafalı Uzaylılar ve makinelere hükmeden yeşil Martianlar, sürekli sınırlarımızı zorluyorlar... Bilim adamlarımız, bu eski dost kızıl gezegeni, yeşil bir cennet yapmak için canla başla çalışırken özel olarak eğittiğimiz cesur askerlerimiz hiç bilmediğimiz teknolojilere karşı gögüs gögüse savaşıyor... Bu savaş zorlu ancak insanlık azimli...

Şimdiii bu yazıyı biraz bilgi ile yazdığım için Oyunun fanları " Kardeşim o ampul kafalı uzaylılar aslında Reticulan lılar" derse şaşırmayacağımı ifade etmek isterim...

Efendiiim, Oyunumuz strateji...
Çift oyun motoruna sahip gerçek zamanlı bir taktik ve strateji oyunu... Çift oyun motoru diyorum çünkü oyun 2 değişik oyundan oluşuyor.. Birinci oyun Strateji.. Atası masa oyunu Risk olan ve
büyük bir haritada önceden parçalara ayrılmış bölge veya ülkeri birer-birer, parça-parça ele geçirip bölgemizi genişletmeye çalıştığımız Total War gibi oyunlardan da aşina olduğumuz bir elegeçir-geliştir-koru oyunu..

Dünyadan alınmış isimlerle '
territories ' (bölge) lere bölünmüş Mars gezegenini görüyoruz karşımızda.. Sahip olduğumuz bölgelere sınır komşusu olan bölgeleri zamanla asker yollayarak ele geçirebiliyoruz. Tabi bu ele geçirme için taktik bir RPG savaşı vermemiz gerekiyor..

Stratejik oyunda mars yüzeyinde sahip olduğumuz bölgeleri; madenler, radar istasyonları veya teraform istasyonları kurarak ekolojik bir denge kurmaya çalışıyoruz.. Askerlerimizi, bilim adamlarımızı ve teknisyenlerimizi stratejimize uygun olarak eğitiyoruz.. Bilim adamlarımız bize gerekli olan teknolojiyi üretirken.. Teknisyenlerimis hertürlü araç gereci üretmek için çalışıyor.. Askerlerimizde barışta eğitim alarak hertürlü koşula uygun hale geliyor..
Hem asker hem teknisyen olan adamlarımız savaş sırasında mayınları temizleyip Spacesuit denen zırhlarımızı onarıyor veya robot askerlerimizi kontrol ederek canlı kaybımızı aza indirmeye çalışıyor..
Bilim adamı-asker olan insanlar da savaş sırasında askerlerimizin sağlığından sorumlu oluyor..
Bilim adamı-teknisyenler, ihtiyaca göre anaüssümüzde(Base) veya mars yüzeyinde çalışıyor..

Oyuna başladığınızda size 13-14 insan verilmiş oluyor bu insanları zamanla yetiştirip, Çakı gibi asker, Parlak bilimadamı veya hızlı teknisyenler yapmak sizin sorumluluğunuzda.. Eğer bir adamınız ölürse yerine uzun bir aradan sonra belki* bir adam yollanıyor.. Bence bi zaman sonunda kimseyi yollamıyorlar:=)

Taktik bölümde
Bir adet. biricik Ufo aracımız war.. tek uçan aracımız olan bu Ufo ya binip yanımıza 'en fazla' 7 asker alıp hooop bi territorie ye iniyoruz ve o territorienin sahibi ırkla göreve göre değişik bir mücadeleye giryoruz.. Bazen bi yaratığı ele geçirmek için 20 tanesi ile savaşıyoruz, bazen bi nesneyi yok etmek için bin türlü alicengiz düşünüyoruz... Oyunu Total War gibi oyunlardan farklı kılan. Oyun zamanını istediğimiz an durdurup yeni taktikler verebilmemiz... Böylelikle her adımda adamlarımıza hakim oluyoruz... Her adamımız ismi ile resmi ile diğerlerinden farklı.. Eğitimlerinde ki küçük farklar taktik savaşta büyük rol oynuyor...

Oyun kurulumu sırasında yaşadığım en önemli problem: Oyunun orjinal görüntü ayarlarının 1280x960 çözünürlüğünde başlaması.. Benim ekranım bunu kaldırmadığı için Pc reset oluyodu.. Bu durumda oyunu pencere modunda başlatabilirsiniz ve çözünürlüğü düşürürsünüz.. Bende bu tavsiye işe yaramadı... bende Başka bi arkadaşın pc ine oyunu yükleyip orada çözünürlüğü ayarlayıp config dosyasını kendi bilgisayarıma aldım... Neyse bu çözümü ben ürettim ama size gerek kalmaz...

4 Tane cheat i war... Bende cheat le oynuyorum 3 gündür..
Zor yani:=) daha bitmedi ancak Mars'ın 3 te 2'si benim...:=)

22 Kas 2007

Dizi Dizi

Aslında bi önce ki konu ile alakalı bir araştırma yazısı yayınlıcaktım. Ama benim ki de can canııım.. Çor yorgunum bu gece... Bilgisayarı dahi zor açtım:=) Yazmasam da olur du belki ama yaziiciiim efem. Boş brakmamak gerek:=)

Ben 7. sanatı çok seviyorum.. Dolayısı ile televizyon izlemeyi de çok seviyorum.. Ancak Tv ve sinema konusunda inanılmaz seçiciyimdir... Her hafta, zoraki, sevmediğim birkaç program veya film izlerim mutlaka . Ne çıkarsa bahtıma diip zaplarım. Bazende "amaaan film olsunda nasıl olursa olsun bu gecelik" de derim.
Sabah programlarından sadece çizgifilmleri severim.. Her çizgifilmi severim. Özellikle animasyona bayılırım ancak Tom ve Jerry (eski bölümleri) favorimdir.. Pokemon tarzı cizgi filmleride severek izledim yıllarca. Hatta İstanbul'daki evde en cok izlediğim 3 kanal sırası ile cnbc-e, discovery veee jetix ti:=)

Şimdi burada ulusal kanallar dışında pek bi tercih imkanım yok.. Gerçi uydunun nimetlerini hafife almamak gerek ancak dilini bilmediğim ülke kanallarını ben napiim. Yunan kanallarını pek severek izlerdim birzamanlar ancak uzun yıllardır pek tercih etmiyorum...

Seçkin ulusal kanallarımız; baştan savma programlarla, reyting kaygısında. Magazin programları almış başını yürümüş. Bide hergüne etnik bi dizi.. Annemin en favori dizileri. Bense pek sevmiyorum.. Belki başlarda bi meraktır izliyorum ancak onca adet örf gelenek yoruyor beni.. Biz Ege'ye kıyısı olan Trakyalılar anlayamıyoruz çoğu örfü aadeti.

İllede etnik dizi izliceksem hoşuma giden bi dizi war.. 'Elveda Rumeli' aslında aynı bizim gibi konuşmuyorlar bu dizide ancak bi şekilde kendimden buluyorum onları.( eh nihayetinde; Makedonya, daha yakın mesela Adana'dan.. ) Erdal Özyağcılar başrolde bu dizide veya en tanıdığım başrol oyuncusu demiliyim çünkü birçok karakter başrol gibi bu dizide..
"Hikayemiz, 1900’lerde, Osmanlı’nın yönetiminde olan Makedonya’da geçen; fakir bir baba ve kızlarının hikayesidir. Sütçü Ramiz ve ailesi;" diyor dizinin resmi sitesinde.. Çok heyecanla beklemesemde, zevkle izliyorum rast geldiğimde... Sitesi => elvedarumeli.com

İstanbul, ruhumun anavatanı. İstanbul'la ilgili diziler bazen çok saçma olur. Bazende İstanbul'la bütün aşk olur. Bazen biraz komik biraz fantastik ancak hoş olur. İşte böyle fantastik bi dizi war sevdiğim. Pek yeni ancak bi şekilde sevdirdi kendini. 'Eşref Saati' ; iki kabadayının simetrik hayatları ile bir mahhalle dizisi.. Çok aşinayız biz mahalle dizilerine bence bizim kültürel bir öğemiz bu mahalle dizileri.
Eşref Saatinde, Yavuz Bingöl (Kara Eşref) ve Yetkin Dikinciler(Sarı Eşref) başrollerde onlara tecrübeli oyuncular Şebnem Dönmez ve Ahmet Uğurlu da eşlik ediyor konuya mukabil. Çok güzel bir dizi müziği war Yavuz Bingöl'ün seslendirdiği.


"Eşref Saati'nde, şehrin büyüklüğüne meydan okuyan küçük hayatların yaşandığı bir eski İstanbul mahallesinde, can dostu bildikleri birbirlerine direnen iki inatçı adamın, asri zamanlarda hala "bir zamanlar"ı yaşayan iki eski zaman kabadayısının hikayesi anlatılacak." diyor bu diziye adanmış bir sitede.. Bu dizinin bir çok seveni olduğunu görmek güzel... Birçok site war bu dizi ile alakalı rastgele birinin linkini veriyorum.. esref-saati.com


Yabancı dizilerde war sevdiğim, hatta hala Simsons ları izliyorum yeri geldiğinde. Ancak en sevdiğim yabancı dizi 'Heroes'.
Fantastik bir dizi... Biraz felsefe. Biraz bilim kurgu. Küçükken hep Dünya'nın Hakimi olmak istemişimdir:=) Veya birçeşit Süpermen veya Batman olmayı hayal etmişimdir. Bilim kurgu ya özel bir sempatim war belki bu yüzden. Bu dizi bir çeşit X-men aslında. Benim en çok hoşuma giden ve bu diziyi bana anlamlı kılan şey : Birbirinden farklı güçlere sahip bir gurup insanın, Dünya nın kaderini veya bir kaç milyon insanın hayatını kurtarmak için bir araya gelmesi... Aslında bu konu insanoğluna pek yapancı diil.. Dünya da ki tüm kötülüklere rağmen bir gurup insan bir araya gelip Yoksul ülkelerin ölüme terk edilmiş halkını kurtarmaya çalışıyor mesela. Hiç bir yükümlülükleri yokken bu insanlara. Sırf insan oldukları için kendi canlarını dahi hiçe sayarak yardım ediyorlar... Veya bir gurup insan bir teknoloji keşfedip, yardım ediyor insanoğluna... Bir gurup insan kalemiyle. Birbaşka gurup müziği ile.. Biryerlerde her zaman bir gurup insan oluyor işte; İnsanlığa hizmet eden.. İnsanlığı yok etmeye çalışan insanların tüm kötülüğüne rağmen.. İşte Heroes bu yüzden hoşuma gidiyor.. Bide Hiro Nakamura rolü ile Masi Oka nın oyunculuğu.. Hatta 'Başardım' anlamında New York un orta yerinde 'Ya Taaaaa' die bağardığı günden beri en sevdiğim karakter:=)
Neyse birinci sezonunu zevkle izledim umarım 2. sezonu da zevkli olur.
Heroes un Dunya da geniş bir izleyici kitlesi war. Vikipediden bu dizi ile ilgili link veriim
Heroes tanıtımı

Kurtlar Vadisi ve Binbir Gece kaçırmadan izlediğim diziler herkezce malum.... Bunlardan başka sadece; filmler ve haber programları için izliyorum tv yi.... Rast gelirsek ki bi türlü gelemiyoruz Belgesel izlemeyi çoook seviyorum..

20 Kas 2007

Shipton Ana



Geçenlerde, Net te; beni oldukça düşündüren ve anlamsız endişelendiren bir hikaye ile karşılaştım. Bu, elim ve garip bir yaşam öyküsü ile beraber açık bir kehanetin rivayeti.
Shipton Ana'nın hikayesi idi...
.
Ben oldum olası Septimist(şüpheci) bir zihniyete sahibim.. Bu halimden de çok memnunum. Olaylara ve bilgiye şüphe ile yaklaştığımda genellikle haklı sonuçlar bulurum.
Septimist <=açıklama link
.

İnternet; bilginin en hızlı ulağı.. Bazen nette sörf yapıp yeni keşiflerde bulunmak çok hoşuma gider. Birazda takıntılı olunca insan ilginç bir konu karşısına çıkmaya görsün; bir ağacın tüm köklerini görmek ister gibi derin kazar. Pek aşina olunmasada, gizemlere özel bir ilgim wardır. Hele ki ilgimi çeken bir gizem olsun birkaç gün nette ki okuduğum tek konu olur. Ancak sonunda çoğunlukla enformasyon isterken tümden bir disenformasyon la karşılaşırım..
Yani ilgimi çeken konuyu daha iyi araştırdığımda bazen bu konunun tamamen bir uydurma olduğunu anlarım.

Shipton Ana , ilk kez çıkıyor karşıma. Çok etkili ve açık bir kehaneti war ancak bunca zaman nasıl uzak kalmış internet ortamından anlayamadım.. Sanki tüm Dünya onu yeni keşfetmiş gibi. Hep bi kaynaktan gelen bilgiler war koskoca net aleminde.. Hatta ingilizce bir metnin, tek türkçe çevirisi war sanırım.. Bu da açıkça nete yeni düştüğünün kanıtıdır. Veya türk gizemcileri yeni keşfetmiş Shipton Ana yı. Bu olasılık bana pek makul gelmiyor..

Shipton Ana 1488 de doğmasına rağmen; çok ayrıntılı bir yaşam hikayesi war. Hatta Annesi, Agatha Southeil'in hayat hikayesi bile oldukça ayrıntılı işte bu önemli bir soru işareti. Eminim çağdaşı ve biricik kralı 7. Henry nin bile böyle ayrıntılı bir hikayesi yoktur... Kuzey Yorkshire da doğduğu mağranın bulunduğu bölge adına adfedilen hanlar müze ve parkla bir çeşit turizm kapısı olmuştur.



Şimdi şans eseri bulduğum bir siteden rivayetle; bu hikayenin bir kısmını nakletmek isterim..
Bilinmeyenler.com dan alıntıyla <=link ("") tırnak işareti içinde olan bölümler tamamen alıntıdır.

Agatha Southeil, yetim ve fakir 14-15 yaşlarında bir kız çocuğu iken bir gün aç ve üşümüş bir halde yalnız başına sığındığı bir yıkıntıda uykuya dalmıştır. Uyandığında yanında bir karanlık içinde seçemediği bir adam onla konuşmaya başlar. Ve onun artık bu sefaletten kuratracağını söyleyip rahatlatır. Agatha tekrar uyuyup uyanınca yanında bir kese içinde paralar olduğunu görür ve bu parayla durumunu düzeltir.. İlerleyen günlerde Agatha bu gizemli adamla defalarca görüşür. Ve ona aşık olur. Çok mutludur. Ancak çevredeki insanlar, sadece Agatha'nın görebildiği bu adamın, zamanın korku duyulan bir gizemi ve bir çeşit cin veya şeytan olarak niteledikleri "Karanlıklar prensi" olduğuna kanaat getirir..

Ve Agatha daha 18 yaşında iken 1488 de Karanlıklar Prensinden olduğunu iddia ettiği bir kız çocuğu doğurdu.. Agatha çocuğunu doğururken yaşamını yitirdi. Çocuk çok garip bir görünüşe sahipti.
Sahipsiz çocuk bir süre doğumuna yardım eden mağripli kadınlarca gizlensede. "
Bu garip çocuk fazla saklanamadı, köyün dini heyeti ona bir vasi bulunmasına karar verdi. Sonunda iyi bir kadın, bebeği aldı ve ona Ursula adını verdi."
<=Shipton Ana nın doğduğu iddia edilen mağara..

Neyse yıllar geçmiş ve Ursula'nın gizemlerle dolu bir gençliği olmuş bir kahin olduğu anlaşılmış ve insanların güvenle kabullendiği kişiye özel kehanetlerde bulunmuş.. Bunlar açıkça anlatılıyor. Ancak şunu belirtmekte yarar war Ursula, böyle kehanet savlarında bulunup garip olaylar yaşayan kadınların cadı olarak yakıldığı bir zamanda yaşamıştır ancak buna rağmen insanların saygınlığını kazanmış olması düşündürücü...

"1512´de Ursula 24 yaşındayken, Toby Shipton adlı bir adamla evlendi, annesi Agatha´nın Karanlıklar Prensi ile tanışmasından bu yana 26 yıl geçmişti, tarihler Tony hakkında başka birşey yazmıyorlar. Bu sıralarda "Mother Shipton-Shipton Ana" adını aldığı sanılıyor, artık tüm eyalette tanınıyordu. Geleceği bilme yeteneğinin gücü onun gittikçe büyücü olarak ünlenmesine yol açtı."
Shipton Ana ve bölge hakkında tanıtıcı yayın yapan ingilizce bir site linki vermek istiyorum. Buradan hikayenin tümünü okuyabilirsiniz..
Shipton Ana sitesi <= link

Sadece hayatı yazmak bile bir kitap konusu bence. Ancak ben bu yazıyı bir hayatı anlatmak için yazmıyorum. Bu yüzden Shipton Ana'nın ilgi çeken kehanetine geçiyorum.. Bu kehanetler rulo halinde toparlanmış bir kağıt destesi şeklinde Ursula'nın ölümünün ardından bulunmuş.. Bir garip konu da budur. Ne hikmetse böylesine şok edici belgeler şans eseri bir yerlerde bulunur. Gerçekliğini detekleyebilicek hiçbir şahit yoktur. Karbon testi tek çözüm olur. Ancak karbon testi de sadece bir zaman aralığı tespit edebilen bir yöntemden ibarettir ve emin olun bazen bu zaman aralığı yüz yıllarca geniş olur.. Bu çeşit belgelere örnek Yahuda incili, ölü deniz yazmaları, sahte olduğu kesin olarak kanıtlanmış olan Les Dossiers Secrets vb.. Özellikle Les Dossiers Secrets; Da Vinci'nin şifresi ile, tüm Hristiyan alemini etkileyebilen bir kandırmacadır...

Gelelim Shipton Ana'nın kehanetine.. Tüm metni yayınlamıyorum sadece ilgimi çeken ve aklımda bazı yorumlar belirten kıtaları yayınlayacağım...

"Atsız arabalar gidecek, (Otomobil) Felaketlerden dünya çığlıkla dolacak, Londra´da, Çuhaçiçeği tepesi olacak, Merkezde bir din adamının bakışı, Dünyanın çevresinde insanların düşünceleri uçacak, (Telsiz, telefon) Göz açıp kapayıncaya kadar bunlar olacak, Ve sularda büyük harikalar olacak, Ne garip? Ve bütün bunlar gerçek olacak. (20. Yüzyıl) "
üsteki alıntı olduğu gibi yayınlanmıştır. Parantez içindeki yorumlara katılıyorum...

"
Tepelerin arasında gururlu adam gezecek, Ne bir at, ne bir eşek yanında olmayacak, İnsanlar suyun altında yürüyecek, (Su altı araçları) Gezecekler, uyuyacaklar, konuşacaklar, Ve insan havada görülecek, Beyazda ve siyahta ve hatta yeşilde, (Apollo uzay araçları)

Bir büyük adam, gelecek ve gidecek, Kehanetin açıklanması için, Suda demir yüzecek, tahta kadar kolayca, (Gemiler) Altın derelerde ve taşlarda akacak, (Altına hücum) Henüz bilinmeyen topraklarda, (ABD)"
Tekrar yorumlara katılıyorum..

"Ve İngiltere bir yahudiyi kabul edecek, (Başbakan Disraeli) Bu garip bir düşünce ama gerçek, Yahudi bir zamanlar küçümsenirken, Hıristiyan olacak doğduğunda, Camların evi gelecek ve geçecek, İngiltere´de ama yazık çok yazık, Bu işleri bir savaş izleyecek, Orada Pagan ve Türk oturduğu zaman,"

Burada ki yorum ilginç. Adı geçen Disraeli; 1804-1881 yıllarında İngiltere'de yaşamış çok başarılı adledilen ve 2 kez başbakanlık yapmış olan bir siyasetçi Benjamin Disraeli. Özellikle ekonomi alanın da temel kaydedilen gelişmelerde bulunmuş...
"Bu işleri bir savaş izleyecek, Orada Pagan ve Türk oturduğu zaman" bu 2 mısra çok ilginç bizim Kurtuluş savaşımız, İngiliz uluslarınca Türk-Yunan savaşları olarak adlandırılır.


"Hoş ve güneşli Fransa´da üç kez, Kan dansı oyununa öncü alacak, Halk özgür olmadan evvel, Üç zalim yöneticiyi o görecek, (Robespierre-Napolyon-Petain) Üç kez halkın kendisi yönetecek, (Fransa´da üç cumhuriyet) Üç kez halkın umutları yok olacak, Üç yönetici başarılıyken, Her baharda farklı hanedanlar, Şiddetli geçimsizlik olduğu zamanda, İngiltere ve Fransa bir olacaklar, (I. ve II. Dünya Savaşları) "

Bu kıtaya pek yorum geremiyormuş aslında. zaten çok açık:=)

"İngiliz zeytini sırası gelince bükülecek, Alman şarabıyla evlendiğinde, İnsan akıntıların altında yürüyecek, Onlar harika rüyalar görecekler O harika günler çok uzakta değil, (20. Yüzyıl) Kadın benimseyecek bir çılgınlığı, Erkek gibi giyenecek, pantalon giydiğinde, (Moda) Saçlarını keserek. bukle yaptığında, Onlar bacakları ayrılmış gezecekler, Kasları pirinçle kaplı, Büyücüler gibi şimdi süpürge sopasındalar, (Bisiklet)"

:=)


"Ve kükreyen canavarlar insanın üstündeyken, (Uçaklar) Yeşil mısırları yiyor görünürlerken, Ve insan kuşlar gibi uçtuğunda, Ve at ve saban uzaklaştırıldığında, (Tarım teknolojisi) Orada herkesin göreceği bir işaret olacak, Emin olun bu çok doğal olacak, Aşk ölecek ve evlilik sona erecek, (Beraber yaşamak) Ve uluslar azalacak, bebekler azalırken, (Kürtaj)"

Burada bio yakıt geldi aklıma "Yeşil mısırları yiyor görünürlerken" dediği yerde.. Bence tabi:=) Aşk bitti zaten bu kıta heralde bugünleri anlatıyor:=(

"Resimler canlı gibi ve özgürce hareket ederken, (Sinema-Tv) Tekneler bir balık gibi denizin altında yüzecek, (Denizaltı) İnsanlar kuşlar gibi göklerde olacaklar, (Uçak-Roket)"

Babamın anlattığına göre benim hiç tanışmadığım rahmetli dedem de Kuran'ın içinden uçakları ve televizyonu okuduğunu söylermiş hatta daha nicelerini görür gibi okumuş ancak ben bi türlü buna benzer bi kehanet göremedim Kuran içerisinde...

Şimdi daha ileri gitmicem ancak ileriki bi zamanda Shipton Ana'nın bahsettiği başka kehanetlerin Kuran veya incil de ki kıyamet alametleri ile ne kadar benzeştiğini göstericem size.. kıyaslayarak..

Bence. Shipton Ana'nın kehanetleri olarak benimsetilmeye çalışan bu şiir geçmiş olayların sade anlatımı ile Kutsal kitapların kıyamet alametlerinin incelikle birleştirilmesinden ibaret... Özellikle incilden birebir alıntı bile gördüm..

Taşındık

Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan,donmadan akmak ne hoş,
Dünle beraber gitti cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,

Şimdi, yeni şeyler söylemek lazım...
Mevlana C. R.

Taşındım.. Aslında birkaç sevdiğim post daha war
GunOsys te ancak yeri gelince referans olarak alıcam onları.. Yazmak için çok yoğun düşüncelerim war ancak yazımı güzel kılan ve yazmaya sevk eden öteleyici birşey eksik içimde.. Öyle aman aşk acısı çekiorum filan diil bu emin olun aşk konusunda pek bi özgür ve açığım. Bu biraz korku biraz yılgınlık belki.
Hani; "ne yapsam da değişmez bu kader" tavrı wardır ya.. yılgın ve yenik, belki sadece yorgunum demek yeterli olur.. Kimisi de "sıkıldım" der, ancak bu kelime tanımlamıyorum beni..

Bi süre yazılarım çok sıkıcı olucak
buna eminim.
Neyse:=)

12 Kas 2007

Mesele

Anladım ki;
Aşık olunan bir kalbi, fethetmeye çalışmak;
Boş, iştir...
"Rügarı yakalamaya çalışmak gibidir.."
Çoktan fethedilmiş bir gönlü; fark etmek.
İşte asıl mesele budur...
:o)

10 Kas 2007

Aymaz Republic of GunO

Zinep insanının literatürüme kazandırdığı değerli bir kelime bu aymaz Çünkü tam olarakta beni ifade eden bir kelime. Eski Türkçe de; Vurdumduymaz, başına buyruk demek bu kelime ve benim bu sıralar ki yaşam felsefem . Bu felsefe beni ayakta tutabilen tek güç, bu aralar.

Ben su gibiyim aslında, Çağladığımda önüme set dayanmaz, usulca aktığımda her yolda yürürüm ve durulduğumda içimde mineraller, vitaminler, bakteriler barındıran kocaman bir okyanus olurum. Hayat olurum. Kalıpları yadırgamam, bende olanı isteyenden esirgemem...

Müthiş olsamda, özümün bir yanıcıdan ve iki yakıcıdan ibaret olduğumu çoğu bilmez. Bu ikisinin ayrı olarak bi arada basınç altında nasıl patladığı bilinmez ne yazık.

Şimdi dostlarım, sevenlerim kısacası sevdiklerim neden garip davrandığımı merak ediyorlar. Neden umursamaz olduğumu, neden vefasız olduğumu, neden sessiz olduğumu merak ediyorlar...

Korkuyorum...

Yıllardır ayrışıyorum ve yıllar önce de bu hale geliceğimden emindim. Yıllarca bu daha başlamadan bitirmek için gayret ettim. Ne yazık kaderi yenemedim..

Öngörüldüğü gibi birgün mutlaka patlatacağım kabımı, ne kadar geniş olsada..

Süreci durdurmak imkansızsa eğer, "ne de mümkün geri dönebilmek" se eğer. Yapılacak en doğru şey, en mantıklı olan, kabımın dışında kimseye zarar vermemek olur. O yüzden zarar vermeyecek kadar uzak olma çabasındayım sevdiklerime ve patladığımda birer hediye verebilecek kadar da yakın olmak istiyorum herbirine. İşte bu nedenle bu süreci fazla da dert etmemek ve dert ettirmemek için aymaz olmak benim gereğim.

Brakın size zarar veremeyecek kadar uzağınızda durayım.

Brakın patladığımda size birer damla hediye edebilecek kadar yakınınız da olayım.

Brakın gözünüzden, yüreğinize usulca akayım.

Ve brakın yüreğinizde durulayım...

Amma yazdım ama dimi, aslında bunu yazmak iş te geldi aklıma. Daha acıklı bi post olucaktı da Şu Binbir Gece'yi izlerken postunu çıkardım postun. Ahhhh aşk herzaman böyle garip etkiler gösteriyorsun üzerimde. Seven herkezi seviyorum ben aslında. Sanal da olsa. Türk yufka yüreği işte napiim... :=)) Bide başka bi post yazdım iş te aklımdan da onu da kısmetse yarın yazarım artık... Made by ARG

20.12.2006 da GunOsys’te yayınlandı..

İşte benim algısal gerçekliğim..

Bu yaz, denizde birine, cevabını bildiğim bir soruyu, sormak istedim. Ben karşıda boğuluyo olsam ve bu sahilde bi sen olsan, Beni kurtarmaya gelirmiydin??? Herşeyi planladığım kıvama getirmişken bu soruyu sormak yerine, uzun zamandan sonra bir kadına değer vermenin tatlı heyecanını yaşamak adına, çoook daha uzun bi yol benimsedim. Tabi işler arap saçına döndü sonunda, kendi iç çatışmalarım yüzünden... Neyse.

Bence, Dünya bir sirk ve bende bu sirkte bir ip cambazıyım, siz hepiniz sadece izleyicisiniz...

Herkezin tek beklentisi düştüğüm anı görebilmek...

Bilakis düşmem için çabalayanlar bile war...

Ancak ne kadar da çabalasalar ipte durabilecek kadar yetenekliim...

Herkez düşeceğimden emin, hatta ipte ki diğer cambazlar bile düşerken tutunmamam için benden uzak duruyorlar...

Herkez öyle emin ki, onları hayal kırıklığına uğratmamam için atlamam gerekicek.

Show must go on sonuçta..

Kalbinde ışık olanlar suskun çünkü sözün bittiği anı çoktan aşmışız...

Ewet mutlaka atlayacağım ve beni tutabilecek bir ağ asla olmayacak.

İşte Algısal gerçekliğe mükemmel bir örnek..

Evrensel bir gercekse kimilerine göre : Kim yüzme bilmediği halde, boğulma pahasına, tanımadığı birinin hayatını kurtarmaya gider ki???

Hiç Kimse...

:=) Ben bir zamanlar gitmiştim... >İşte bu nedenle de kendimi haksızlığa uğramış gibi hissediyorum..

İt's a God's World..

Neyse melankoliciim, hadi yatalım artık..

19.12.2006 da GunOsys’te yayınlandı..